
Bir sabah daha, sisin içinden bir haber düşer
İki gazeteci daha susturulmak istenir, Timur Soykan ve Murat Ağırel.
Kör saatlerde kapıları kırılır, hafızaları gasp edilir.
Yani kelimeleri, cümleleri, hakikatin izi silinmek istenir.
Suçları nedir?
Karanlığı deşmek.
Çetelerin ismini koymak.
Mafyanın maskesini düşürmek.
Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin Nükleer Tıp Merkezi'nde hastalara aşırı doz radyoaktif madde verdiğini duyurmak.
Halkı uyandırmak kısaca.
Yani mesleklerini yapmak.
Tehlikeli bir coğrafyada onurlu bir iş.
Sonra biri çıkar kürsüye, "Türkiye bir hukuk devletidir" der.
Hangi hukukun devleti bu?
Silahın mı, rüşvetin mi, korkunun mu?
Yoksa susturulmuş halkın mı?
Bu bir gözaltı değil sadece, bu hepimize bir mesaj.
"Konuşmayın."
"Yazmayın."
"Bakmayın."
Ama nafile.
Çünkü gerçek, susturulamaz.
Hakikat, kelepçeye sığmaz.
Her bastırılan kelime, bir gün çığlık olur.
O çığlık, bu ülkenin en derin yerlerinden yükselir.
İşte o zaman, saklanacak bir tek gölge bulunamaz.