Bugun...


Baha Akıner

facebook-paylas
Bu Nejat Uygur’un hayatının hikâyesidir…
Tarih: 19-11-2023 09:53:00 Güncelleme: 19-11-2023 09:55:00


 

 

86 yıllık yaşamında; derdi, insanların gülebilmeleriydi. Her insanı ailesi bildi de hep; yüzüne yüzüne, yüreğine yüreğine böyle hissettirdi…

Bu kadar kötüyken her şey ve kötüler kötülüklerini yapma konusunda bu kadar mahirken hem de, güldü en büyük devrimi yaparcasına ve güldürdü çevresini…

Kendisi de çok gülerdi ya, kahkahaların dünyayı sarmasıydı en büyük amacı. Ondandır; hayatını gülmeye ve güldürmeye, gönlünü tiyatroya adadı…

10 yıl oldu aramızdan ayrılalı. Bu tam da ölüm yıl dönümü ertesinde; ömrünü mizaha, gülmeye ve tiyatroya adayan kocaman yürekli bir sanat insanının hikâyesidir dostlar. Bu Nejat Uygur’un hayatının hikâyesidir…

*****

10 Ağustos 1927’de, Kilis’te, Fikret Naciye Hanım ve Behzat Bey’in ortanca çocuğu olarak dünyaya geldi. Naciye Hanım öğretmen, Behzat Bey de subaydı…

Babasının görevi dolayısıyla Anadolu’nun çeşitli şehirlerini görerek büyüdü. Okuduğu okullarda müsamerelerin değişmez ismiydi hep…

Farkındalığı yüksek bir çocuktu Nejat. Mesleğine bile karar vermişti, pilot olacaktı. Bu konuyu bir röportajında şöyle anlatır: Benim düşündüğüm ilk meslek pilotluktu. Çocukluğumda pilot olacağımı düşünürdüm. Hatta hiç unutmam Manisa'da olduğumuz yıllarda, yatak çarşaflarını alıp yüksek bir yerden aşağı atlamayı plânlamıştım. Tecrübe pilotu olarak önce ağabeyim atladı ve ayağını kırdı. Ağabeyim Zeki Ayhan Uygur, Amerika'da ünlü bir beyin cerrahı şimdi. Onunla gurur duyuyorum. Ağabeyim burada deniz albayıydı, ordudan ayrıldı sonra…

Çocuk aklı ya; uçmanın gizemini keşfetmiş, bunu bir an önce gerçekleştirmenin peşindeydi. Bu yaşanan nâhoş olayla ağabeyi Zeki Ayhan ile birlikte pilotluğun düşündükleri gibi bir şey olmadığına acı bir şekilde karar verdiler…

Fakat Nejat bu, durur mu? Bir türlü bitmek bilmeyen enerjisiyle kurduğu hayâller bitmeyecek, bir gün “Nejat Uygur” olmak istediğini anlayana kadar başka başka hülyalara da dalacaktı…

*****

1943’te, Sarıyer Halkevi’nde boks yapmaya başladı. Büyümek için çırpınan gencecik bedeni ringe çıkmakla yetinmedi; atletizme, sonra su topuna da merak sardı derken aynı zamanda iyi bir at binicisi de oldu…

Oldukça hareketli ve aktivitelerle dolu geçen bu çocukluk zamanlarından sonra Nejat, Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne girdi. Fakat hâlâ kendini tam olarak keşfetmiş değildi, mezun olamadı. O’nu bekleyen bambaşka bir hayat vardı, hissediyordu bunu…

O dönemde yaşayan her genç gibi Nejat’ın da Amerika’ya gitme hevesi vardı. Uçan bir aracı kullanamamıştı belki ama yüzen bir aracı yani gemiyi kullanabilirdi, gemici olabilirdi pekâlâ…

Bu durumu da şöyle aktarır yine bir röportajında: Benim gençliğimde herkeste Amerika'ya gitmek gibi çok yoğun bir istek vardı. Bu yüzden liman cüzdanı çıkarttım ve gemici oldum. Hiç unutmam, bir Panama şilebinde çalıştım. Gemide kimsenin canı sıkılmazdı. Onlara fıkralar anlatır, taklitler yapardım. Herkes çok gülerdi. Sonra askere gittim, orada da arkadaşlarımı çok güldürürdüm. Giderek insanların yüzünü güldürmek bende tutku oldu. Sonra da tiyatro başladı zaten…

*****

Evet, sonrasında tiyatro başladı Nejat Uygur için ve ömrü boyunca gülmeye, güldürmeye çalıştı çabaladı. Askere gitti önce… 

Mekân ve Nejat’ın görevleri değişiyordu belki ama değişmeyen bir şey vardı: İnsanların yüzündeki gülümseme! 

Nejat, artık ne yapmak istediğine karar vermişti. Nerede olursa olsun; O, hep insanları güldüren yüz olmalıydı…

Askerlik sonrası yine Sarıyer Halkevi’ne düştü yolu. Bu defa boks değildi uğraşı. Tiyatro… 

Ömrünü adayacağı uzun soluklu mesleğinin ilk adımını da burada Avni Dilligil Tiyatrosu’nda attı. Ahmet Yekta’nın da içinde bulunduğu ustalarından tiyatro konusunda birçok şey öğrendi. Artık ne yapmak istediğini biliyordu ve bunun için nerede bulunması gerektiğini de…

Nejat Uygur Tiyatrosu’nu 1949 yılında kurarak profesyonel olarak oyunculuk yaşamı başladı. O’nu keşfeden biri yoktu aslında. O; Nejat olarak Nejat’ın iç dünyasını, kim olduğunu ve daha da önemlisi kim olmak istediğini keşfetti…

Örnek aldığı, çok sevdiği emektar tiyatrocular oldu elbet. Bir İsmail Dümbüllü hayranıydı mesela… 

*****

Ve Aşk!

1950 yılında Necla Uygur ile evlendi. Bu evlilikten; 13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde, deyim yerindeyse, aslanlar gibi beş oğulları oldu. Onlara, “Ahmet, Süheyl, Süha, Kemal ve Behzat” adını verdiler. Süheyl ve Süha ikizdi…

Nejat, gülüşlerinin verdiği tatla eğlenceli; tiyatro yapmanın verdiği sorumlulukla da otoriter bir babaydı. Bu ince çizgiyi çocuklarına öyle doğru aktarmıştı ki, çocukları O’nun sevgisinden asla şüphe etmedi…

Ne şanslı çocuklardı… 

Bazı akşamlar hep beraber, ya plâk dinlerler ya da film izlerlerdi. Çocuklar haftanın iki üç günü babaları eve film getirecek diye heyecanla beklerdi. Bazı akşamlar da bütün aile kitap okurlardı…

Birbirleriyle paylaşım ve Sevgi dolu, Necla ile Nejat Uygur çiftinin bu 5 oğlunun hayatı; kulislerden oyunları izleyerek ve otel odalarında geçti. Oyuncu anne ve babaya sahip olmak böyle bir şeydi demek…

Nejat Uygur’un deyimiyle, “Armut ağacının dibine düşenler” yani babalarının izinden giderek tiyatroyu seçenler; Süheyl ve Behzat oldu. Bugün tanınan ve hâlâ tiyatro yapmaya devam eden mükemmel kardeşler…

*****

Güldürmek ve gülmek güzeldi ama 60 yıldan fazla süren tiyatro yolculuğunda iki tane darbe dönemi yaşadı Nejat Uygur…

Bir turne sırasında yakalandı mesela o darbelerden birine. Baktı ki ekibi aç kalacak, Celal Bayar’ın maskını yapıp satmaya başladı. Yapmasın da ne yapsındı? Sadece soyadını taşıyan ailesinden sorumlu değildi ki! İyi bir tiyatrocu olarak ayakta kalmanın, iyi bir insan olmanın zorlukları olacaktı elbet…

1974’te Kıbrıs çıkarması olduğunda İzmir’de turnedeydi yine. Karartma uygulandığı için bütün tiyatrolar turneden ayrıldı. Ama Nejat Uygur tiyatroyu kapatmadı, oyununu mavi ışıkta oynadı. Bu sefer çocukları büyümüş, birer genç olarak yanındalardı, gücünü daha sağlam buluyordu kalbinde. Yeri geldi elbisesini sattı, oyuncuların yevmiyelerini ödedi; asla işinin başından ayrılmadı. Çünkü insanların en çok ihtiyacı olan şeyin ne olduğunu biliyordu: Gülmek!

Çocuklarına da, eğitiminden geçen bütün oyunculara da ayırım yapmaksızın aynı öğüdü verdi Nejat Uygur: Bu işi yapacaksanız kesinlikle pes etmeyeceksiniz; çünkü bu çok meşakkatli bir iştir...

*****

Nejat Uygur, asla sıradan bir oyuncu değildi. Çünkü O, sanata devrim niteliğinde yenilikler kazandırdı. Bugün her birimizin severek izlediği televizyon programlarının önünü açan isimdi… 

“Evinde Tiyatro” diyordu televizyona. O’na göre televizyonunu açan herkes, bilet almadan tiyatro izleyebilecekti. Sinemanın da tiyatronun da yerini almıştı bu televizyon. Ekonomik imkânlar daraldıkça insanlar eğlenceyi bu küçük kutuda bulmuştu. Nejat Uygur da, tiyatronun kurtuluş biletinin bu kutuda olduğunu fark etti ve televizyona programlar hazırladı…

Dönem “Devekuşu Kabare” gibi büyük prodüksiyonların video kasetlere kayıt yapıldığı dönemdi. Yeni bir çağ başlamıştı tiyatro için…

Nejat Uygur; tiyatro formatında televizyon programları ile bir akşam vakti; ailecek çay, çekirdek ya da meyve keyfi yaparken ekrandan yüzümüzü güldürecekti. O’nunla en çok özdeşleşen oyunları ise, “Minti Minti” ve elbette “Cibali Karakolu” olacaktı…

2000’lere gelindiğinde 73 yaşında ama performansından hiçbir şey kaybetmemiş usta bir sanatçıydı Nejat Uygur. 2004’te Yılmaz Erdoğan’ın “Vizontele Tuuba”sında, 2007’de de Mahsun Kırmızıgül’ün “Beyaz Melek” filminde oynadı…

Sanat yaşamı boyunca 50’den fazla ödül aldı…

*****

31 Ocak 2005 tarihinde hayatını kaybeden İsmail Hakkı Şen’in cenazesinde O’na uzatılan bir mikrofona şunları söylemişti Nejat Baba: Bir bakmışsınız benim cenazemde başka sanatçılarla röportaj yapmışsınız. Gün gelecek; bütün tiyatro sanatçıları İsmail Hakkı Şen gibi, benim gibi ölecek. Tiyatro perdesi üstümüze üstümüze yıkılacak hatta. Seyirci üzülmesin. Ben ve benim arkadaşlarım, onların bütün kederini alıp götürecek. Onlara sadece gülmek kalacak…

O’nu hatırladığımızda, andığımızda sadece gülmek geliyor ya aklımıza…

Bu kadar gülmüş ve güldürmüştü izleyicilerini ama yorulmuştu artık. 10 Eylül 2007’de, beyin damarlarında meydana gelen bir tıkanıklık sebebiyle vücudunun sol tarafında oluşan kısmi bir felç geçirdi. Sol kolunu hareket ettiremiyor, bacağını ise çok az hareket ettirebiliyordu. Ancak konuşması ve yüzünde oluşan kaymaya rağmen gözlerindeki gülüşte bir şey değişmemişti…

10 yıl önce, 18 Kasım 2013 tarihinde, saat 19.57’de, solunum yetmezliği sonucu Kavacık’ta bir hastanede tiyatro perdesinin üzerine örtülmesiyle dünyaya gözlerini kapadı usta… 

Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yatar şimdi. Ebedi istirahatgâhında. Anısına, duruşuna, insanlığına, bitmek bilmez tiyatro sevdasına, emeğine, muhteşem üretimlerine saygıyla…





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI