Bugun...


Baha Akıner

facebook-paylas
HİLMİ YAVUZ (14 Nisan 1936 - )
Tarih: 03-03-2024 11:19:00 Güncelleme: 03-03-2024 11:19:00



  · 

 

“Kendimi yollara adadım,

Şiirlerimi de…

Bir şiirimde;

Yollar, uzaklıklardır, demiştim;

Yürüdüm dilegelmek-

le gelmemek arası bildiğim yerde…

Demiştim, bir başka şiirimde…

Giden ben değilim, yoldur…

Dizesi de benimdir;

‘Yollarsa her zaman biraz küskündür,

Yokuşlarda ve inişlerde…

Dizesi de…

Ve başka dizeler:

Ben hep yollar düşledim,

Derin yollarda yürürken…

Yolların gül sesleri olduğunu,

Ben söyledim;

Onların beni yazın tâ içine,

Çağırdıklarını söyledim.

Sevgilime…

O zamanlar uzaktaydı ve ben ona,

Yüzüne yolların gülüşü,

Var, demiştim;

Ben, tenime yürüdüm,

Diyen de bendim;

Ve şairler de:

Yunus yana yana yürüdüydü,

Mevlâna döne döne,

Bense kana kana yürüdüm;

Demiştim de…

Unuttum hepsini şimdi,

Unuttum…

Artık sadece yolculuk var şiirlerde…”

“Yolculuğun Yolculuğu” adlı şiirinde “Artık sadece yolculuk var şiirlerde!” dese de; hayatın tüm hâllerini şiire bağladı Hilmi Yavuz. Onun hayat yolculuğu şiirleri ya; yaşadı ve yazdı hep kalemince.

Yazar, şair ve akademisyen. Şiir ve düzyazılarıyla kültür adamı, felsefeci, eğitimci, yazar ve özellikle de şair kimliğiyle çağdaş Türk edebiyatının önemli adlarından biri, ‘İrfan Külyutmaz’ müstear adıyla da bilinen.

*****

Hilmi Yavuz, Yahya Hikmet ve Vecide Hanım’ın tek çocuğu olarak 14 Nisan 1936’da, İstanbul’da dünyaya gelir. Babası Yahya Hikmet ve annesi Vecide Hanım, Abdülkerimzâdeler olarak bilinen bir aileye mensup ve akrabadırlar. 1898 yılında Siirt’te doğan Yahya Hikmet, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve Milli Mücadele başlamadan önce, henüz idadi/lise öğrencisiyken Siirt’te Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasında rol almıştır. Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin ilk kaymakamlarından olan Yahya Hikmet Bey, oğlu Hilmi Yavuz’un şahsiyetinde önemli yere sahiptir. Kaymakam olan babasının görevi sebebiyle muhtelif yerlerde okur. Okuyan aydın baba, duyarlı bir anne, onun şair dünyasında belirleyici rol oynar.

Şiire ilgisi, babasının evde zaman zaman Tevfik Fikret’ten, Süleyman Nesip’ten şiirler okuması ile başlar. Annesi Vecide Hanım, 1900 yılında dünyaya gelir. Yahya Hikmet Yavuz’un amcası Hacı Abdülaziz’in kızıdır. Hilmi Yavuz, annesinden mistik anlamda etkilenir, hüznü ve lirizmi ondan edinir; bu nedenle Vecide Hanım’ı daha çok şiirlerinde anar. Hilmi Yavuz babasını düzyazıya, annesini daha çok şiire yakıştırır; buna göre babası aklı, annesi lirizmi temsil eder.

Ailenin tek çocuğu olan Hilmi Yavuz, kardeşten yoksun büyür. Çocukluğu babasının kaymakamlık yaptığı Samsun’un Terme, Giresun’un Şebinkarahisar, Bursa’nın Orhangazi ilçelerinde geçer.

Hilmi Yavuz’un şiirle ilk teması, babasının görevi münasebetiyle bulundukları Terme’de başlar. Bir yıl boyunca Terme’den ortaokulu olan en yakın ilçeye, Çarşamba’ya gitmek zorunda kalır. Burada güzel anılar edinir. Hürrem adlı sınıf arkadaşının şiir yazması ve Türkçe öğretmeninin ona ilgisi şiire merak duymasında etkili olur

Döneme göre yaşlı ebeveyne sahip olan Yavuz’un evlerine hâkim olan sessizlik, babasının görevi gereği yer değiştirmeleri kişiliğinin oluşumunda belirleyici olur. Bundan ötürü yolculuk ve yalnızlık bilinçaltında önemli yer edinir. Babası emekli olduktan sonra bir süre Siirt’te yaşarlar; Hilmi Yavuz, ortaokulun son sınıfını burada okur. Lise eğitimi için annesi Vecide Hanım’ın ısrarı ile İstanbul’a göç ederler ve Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydolur.

Hilmi Yavuz’un lise yılları edebi ve entelektüel yaşamında önemli bir eşik olur. 1950- 1954 yılları arasında edebiyatın ve felsefenin önemli isimlerinden Behçet Necatigil, Faik Dranaz ve Ziya Somar gibi hocalardan dersler alır. Necatigil, şiir anlayışında belirleyici rol oynar. Hilmi Yavuz, yükseköğrenimde edebiyat veya felsefe okuma eğiliminde olmasına karşın babasının isteği üzerine İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydolur ancak öğrenimini sürdürmez. Yükseköğrenimini 1969 yılında, BBC’nin Türkçe Yayın Servisi’nde çalışmak üzere gittiği İngiltere’de, Londra Üniversitesi’ne bağlı University College Felsefe Bölümünde tamamlar.

Kendisine şiire ilgisi bağlamında yöneltilen bir soruya verdiği cevap, şiirinin alt yapısı bakımından ipuçları da taşır: Çocukluğu; 1940-1950 yılları arasında, Anadolu’da, taşrada geçmiş bir bürokrat memur ailesinden geliyorum ben. Yaşamımı tek bir sözcükle ‘yalnızlık’ olarak yanıtlayabilirim. Üstelik tek çocuktum; annem ve babam da, benim dünyayı tanımaya başladığım yıllarda yaşlı kişilerdi artık… Babamın görev yaptığı kentlerin hiçbirinde elektrik yoktu; savaş yıllarıydı. Evde sürekli ben bildim bileli kitap, dergi ve gazete olurdu. Şark-İslam Klasiklerine meraklıydı babam. Akşamları, çok yorgun değilse eğer, haznesi çiçek işlemeli gaz lambasının ışığında şiir bile okurdu yüksek sesle. Tevfik Fikret ya da Süleyman Nesip’ten. Gaz lambasının duvarda oluşturduğu ışık ve gölgeler, bir kaleydeskop gibi sürekli değişikliklerle garip ve anlaşılmaz imgeler getiriyorlardı. Taşra evlerinin el ayak çekildikten sonraki sessizliği içinde şiirin sözü, duvardaki bu hep değişen imgeyle birleşiyordu. Sonra odama çekilirdim. Bu oyun, bu kez odamda sürer giderdi. Lambanın duvardaki imgelerini, deyim yerindeyse, okurdum ben.

Hilmi Yavuz Kabataş Erkek Lisesi’nin birinci sınıfındayken; arkadaşları Hasan Pulur, Mete Uğur, Emin Faik Kul, Ergin Atlıhan ve Öznur Görkem ile birlikte el yazılarıyla Sesimiz adlı bir dergi çıkarırlar. Hilmi Yavuz ilk şiirini bu dergide yayımlar. Bu dergiyi daha sonra Dönüm adıyla okul dergisi olarak matbaada bastırırlar. Edebiyat öğretmenleri Behçet Necatigil’in yönetiminde çıkan bu dergide, şiir ve yazılarını yayımlar.

15 Nisan 1954’te, Edip Cansever’in “Dirlik Düzenlik” adını taşıyan şiir kitabı üzerine Dönüm dergisindeki yazısı, ilk eleştirisi olur. “Sabahların Türküsü” adlı ilk şiirini ise yine bu dergide, 1 Aralık 1952’de yayımlar. Kendisiyle yıllar sonra yapılan bir röportajda o şiiri şimdi nasıl bulduğunu sorduklarında şöyle cevap verir: Son derece naif ve çocuksu buluyorum. Çocuksu bulmam da çok anlaşılır bir şey. Çünkü o zaman 16 yaşındaydım. Bir aşk şiiriydi o; bir nostalji, çocukluğa duyulan özlemdi. Bir yeni yetmenin duygularını ve geride bıraktığı yıllara duyduğu özlemi anlatan bir şiirdi. Belirli etkileri de üzerinde taşıyan bir şiirdi. Ağırlıklı olarak Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, biraz da belki Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun etkisi vardı. Şiiri Behçet Necatigil hocaya vermek konusunda bir hayli tereddüt ettim. Sonunda tereddütlerimi yendim ve şiirimi verdim. Bir dersten sonra da çekine çekine “Hocam yayımlanacak mı?” diye sordum; “Yayımlayacağız” dedi. Sonra “Nasıl buldunuz?” dedim “Devam et” dedi. Devam et demesi benim için zaten yeterince övünç vesilesiydi.

*****

Hilmi Yavuz için şiir var olma nedeni, sığınılan bir adadır. Şiiri ile ulaşmak istediği hedef, parçası olduğu Türk şiir geleneğine katkı sağlamaktır. Hocası, Behçet Necatigil’in poetik olarak dile getirdiği, “Şiir geçmişe yapılan atıflarla ilerler.” görüşünü kendine ilke edinen Hilmi Yavuz; şiirini Türk şiir geleneği üzerine kurmaya çalışır. Kadim birikime sahip Türk şiirini ve yaklaşık iki yüzyıldır etkisinde olunan Batı şiirini, kendi deyimiyle temellük edinen Hilmi Yavuz şiirini bu gelenekler üzerine inşa eder. Türk ve Batı şiiri ile kurduğu bağ, bunun için başvurduğu metinler arası ilişki şiirini özel bir yerde konumlandırır. Bu nedenle her iki şiir geleneğine ve dolayısıyla kültürüne aşina olan okura seslenir. Doğan Hızlan, sade ve sıradan bir okuyucu olmanın Hilmi Yavuz’un şiirleri için yeterli olmayacağını, onu daha iyi anlamak için düz yazılarını okumanın gerektiğini düşünür. Şiirlerindeki metinler arası ilişkiler ve göndermeler çok katmanlı, derinlikli anlam dünyasına yol açar, bu durum şiirlerinin kolay anlaşılmasını güçleştirir. Şiirinin bu özelliğinden ötürü kendisine yöneltilen eleştirilere Şeyh Galip’ten bir dize ile cevap verir; “Eş’arımı fehm eylememek ‘ayb olmaz.” Bu yönü onu, herkesin anladığı şairi sıradanlıkla itham eden Ahmet Haşim’e ve şiirin bir eğitim meselesi olduğunu savunan Stéphane Mallermé’ye yakınlaştırır. Son dönem Türk şiirinde, özellikle genç şairlerin geleneğin farkına varmalarında etkili olan Hilmi Yavuz, özellikle 1980 sonrası Türk şiirine yön veren şairler arasında yer alır. Onu, gelenekten beslenen kültür şairi olarak nitelendiren Memet Fuat, gençlere örnek olmasını önemli bulur.

Hilmi Yavuz’un şiir kitapları birbirlerinin devamı izlenimi verir, bu nedenle her şiir kitabı bir sonrakini işaret eder. Felsefeci kimliği şiiri kuramsal bir problem olarak ele almasında etkili olduğu kadar yazmasında da belirleyici olur. Ona göre bir üretim eylemi olmasından ötürü şiir, ilhamdan ziyade bir emeğin ürünüdür. Buna karşın ilhamı tamamen yok saymaz, onu şiirin başlangıcındaki bilinçdışı hammadde olarak tanımlar. İmge şairi olan Hilmi Yavuz’un şiirleri Türk edebiyatında özel bir yere sahiptir. İmge üretmede ve onlara işlev kazandırmada ustadır. İmge üretimi şiirin temasına ve şairin dil yeteneğine bağlı oluşur. Füsun Akatlı, onun şiirinde imge ve dilin oluşturduğu güçlü yapıyı tunçtan alışım olarak değerlendirir.

Hilmi Yavuz’un şiir serüveni ya da yolculuğu evrelere ayrılabilir; buna göre ilk dönem şiirlerini “Bakış Kuşu” kitabında bir araya getirir. 1975’te yayımladığı “Bedreddin Üzerine Şiirler” kitabı ile şiirinde ikinci dönem başlar. Öyküsel bir anlatıma sahip bu kitabını 1977’de yayımladığı, benzer üsluba, yaklaşıma sahip “Doğu Şiirleri” ve peşi sıra “Mustafa Subhi Üzerine Şiirler” izler. Herhangi bir dönüşüm ve değişim içermeyen bu evredeki kitapları ideolojik boyutlu, birbirleriyle benzeşen şiirlerden oluşur.

1981 yılında yayınlanan “Yaz Şiirleri”, şiir poetikasında önemli bir kırılmayı imler. Şiir seyrinde gerçekleşen geniş oylumlu bu farklılaşmayı kısmen değişen içerik ve biçimdeki diğer şiir kitapları izler. 1981 yılından sonraki şiirleriyle 1970’li yıllarda yazdığı ideolojik içerikteki şiirlerin hem retoriğinden hem de öyküleyici dilinden uzaklaşır. Bu bağlamda Yaz Şiirleri, Gizemli Şiirler, Söylen Şiirleri ve Zaman Şiirleri ayrı bir öbek oluştururlar. Öznesini merkeze aldığı bu şiirlerde imgesel bir anlatıma ağırlık verir. Ahmet Oktay, bu kitaplarda gelenek ve tasavvufla kurduğu bağdan ötürü Hilmi Yavuz’un dingin ve ermiş bir sese ulaştığını belirtir.

1980 sonrası şiirlerinde imgelemini ideolojik tarih perspektifinden ve sosyal yaşam algısından uzaklaştırır. Bunun yerine ağırlıklı olarak öznesi ve duyguları etrafında gezdirmeye başlar. Bu yolculukta kendine geleneğin büyük ustalarını; imtidadın şairi Yahya Kemâl Beyatlı’yı, değişerek devamın esas olduğuna inanan Ahmet Hamdi Tanpınar’ı ve şiir geçmişe yapılan atıflarla ilerlediğini dile getiren Behçet Necatigil‘i kılavuz edinir. Onlardan edindiği perspektifle Nâzım Hikmet’in, Necip Fazıl’ın, Asaf Halet Çelebi’nin ve Ahmet Muhip Dıranas’ın şiiri ile kendi poetikası arasında bağ kurar. Şiire has bu soy ağacı aynı zamanda genç şairlere takip edilmesi gereken yolu işaret eder. Hilmi Yavuz’un Türk şiirine ilişkin söylem ve yazılarının özünde bu şiir damarı yer alır.

Geleneğin önemli kaynağı olan tasavvuf Hilmi Yavuz’un şiirlerinde önemli yere sahiptir. Ancak Yavuz, kendi ifadesi ile tasavvufu içeriden değil dışarıdan kuşatmayı, onu bir motif biçiminde şiirlerinde konumlandırmayı tercih eder. Böylece tasavvuf lirizme katkı sağlayan şiirsel bir yapı taşına dönüşür. Söylen Şiirleri’nde imge yüklü sembolik bir dil kullanır. Bu kitabındaki şiirleri Doğu ve Batı’ya özgü mitoloji ve mistisizmle besler. Zaman Şiirleri’nde ise felsefeden yararlanır. Şiirde doğrudan felsefe yapmaktan kaçınarak yeri ve sırası geldikçe felsefi söylemi tarihi ya da mitik söyleme dönüştürmeyi benimser. Zaman Şiirleri’nde özellikle Heidegger’in Hölderlin için yaptığı yorumlardan çok yararlandığını belirtir. Ayna Şiirleri, kendine özgülüğüyle Hilmi Yavuz’un şiir seyrinde farklı bir yer tutar. Bu kitaptaki şiirler hem biçim hem de içerik bakımından diğer kitaplarından ayrılır. Yer yer yaşamından açık ve kapalı kesitler içermesi Ayna Şiirleri’ni ilk kitabı, Bakış Kuşu’na yakın kılar. Kendi öznesini ve özelini, yaşadığı kentten ve aşktan usancını bu şiirlerin söylemi yapar. Ayna Şiirleri’nde bazı şiirlerin bölümlerinde dize sayısı farklılık gösterse bile ağırlıklı olarak soneyi tercih eder.

*****

1954 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolur. Üniversite yıllarında hukuktan çok edebiyatla ilgilenen Hilmi Yavuz, fakültenin birinci sınıfında Erdal Öz, Onat Kutlar, Adnan Özyalçıner ve Kemal Özer ile birlikte dergi çıkarmaya karar verir. Adını ‘a’ koydukları bu dergiye Engin Ertem, Hikmet Sami Türk, Ünal Tekinalp, Önay Sözer yazılarıyla destek verirler. Pertevniyal Lisesi son sınıf öğrencisi olan Doğan Hızlan da bu dergide yer alır. İlk sayısı 15 Ocak 1956 tarihinde yayımlanan derginin finansmanını kendileri karşılar. Yazışma adresi olarak da Hilmi Yavuz’un ev adresi verilir. Derginin yayın hayatı uzun sürer. Hilmi Yavuz, gazeteciliğe başladıktan sonra bile yayımladığı yazı ve şiirlerle ‘a’ dergisiyle ilişkisini sürdürür.

Hukuk eğitimini, edebiyata duyduğu ilgi nedeniyle yarım bırakır. Ailesi ekonomik olarak zor durumdadır, bu nedenle 1952 ile 1957 yılları arasında, Vatan Gazetesi’nde muhabir olarak çalışır. 1960 yılında Vatan Gazetesi muhabiri olarak staj görmesi için, ABD Indiana’ya gönderilir. 3 Haziran 1963 tarihinde Nâzım Hikmet’in ölümüyle yurda dönen Can Yücel’den boşalan BBC’nin Türkçe Yayın Servisi’ne 1964 yılında kabul edilir. Londra’ya gitmeden iki gün önce oyuncu Esin Eden ile evlenir. Hilmi Yavuz yarıda kalan yükseköğrenimini, Londra Üniversitesi’nde aldığı felsefe eğitimiyle tamamlar.

Bir röportajında gençlik yıllarıyla ilgili bir soruya şöyle der: Gençlik yıllarımda solcu, Marksist olduğum doğrudur. Bunu, evde ve dışarıda, o sanki her şey birbiriyle uyumluymuş gibi görünen yapılanmaya bir başkaldırı demeyeyim; itiraz olarak düşünmek gerekir. Benim Marksizmle olan yakınlaşmam, İngiltere’de başlar. Marksist literatürünü büyük ölçüde okumuştum. Bu konuda bazı yazılarım da vardır.

1968 yılında yurda döner. Cumhuriyet, Milliyet, Yeni Ortam gazetelerine (bir kısmı Ali Hikmet imzasıyla) eleştiriler, incelemeler yazar. 1969 yılında yayımlanan ilk şiir kitabı Bakış Kuşu’nda yoğun anlatımla edebiyat eleştirmenlerinin dikkatini çeker.

BAKIŞ KUŞU

Yalnızlık bir tarihtir onlarda,

Gök dediğin iki kuşun arası.

Ey ilkyazlı gülüşlerin sonrası;

Ansızın donuyor gül, bakışlarda…

*****

Hilmi Yavuz; şiirlerinde anlam katmanları çok olan, çağrışım yönünden zengin kelimeleri kullanmaya özen gösteren bir dil ustasıdır. Yayımlanan her şiir kitabı, adeta şiirle ilgili bir problemin yine şiir yoluyla çözümlenmesidir. Her eserinde problem, ikili bir yapı halinde ortaya konur ve eserin sonunda bu ikiliğin ortadan kalkması amaçlanır. Şiirleri, bazıları kitaplarına isim de olan, çağrışım dünyası zengin kelimeler üzerine kurulur. Hüzün, yaz, erguvan, gizem, zaman, yol, ayna, yol, akşam, gül, siyah, güz, büyü gibi kelimeler Hilmi Yavuz şiirinin anahtar kelimeleri olarak değerlendirilebilir.

“Doğu Şiirleri” adlı kitabı ile 1978 tarihinde Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazanır. Hilmi Yavuz kitabında, Doğu Anadolu’nun kültürel dokusunu oluşturan tarihi ve bazı trajik olayları tema olarak ele alır. Doğunun Kalıtı, Doğunun Diyalektiği, Doğunun Şairleri ve Doğunun Sevdaları başlıklı şiirler Klasik Türk Edebiyatı’nın yanı sıra Halk Edebiyatı’nın izlerini de taşır.

DOĞUNUN SEVDALARI

Bir göl güle düşerse,

Göl değil de gül bulanır…

Gurbet sende pamuklarsa,

Gece ay oradan doğar,

Şiir acıya çullanır.

İlkyaz düşeli beridir;

Giden ben değilim, yoldur.

Dili söyleyen sevdaysa,

Mektubum kalbime yollanır…

Nehir kuşa batsa birden;

Aksa tersine aksa,

Batsa kül, batsa turna

Ve batsa…

Ve benim bir yanım ki ferhadsa,

Bir yanım dağdır.

Hasret, külünü vurduğum yerdir;

Ateş, kül ile dağlanır…

Bir göl güle düşerse,

Göl değil de gül bulanır…

*****

1981 yılında yayımladığı “Yaz Şiirleri” adlı kitabında; kullandığı sözcükler, sevgiliye hitabı, benzetmeleri, seslenişleri ve tasvirleriyle okuru kendi şiir dünyasına davet eder. ‘Yaz’ kelimesi; değişik kimlikler halinde, zengin içeriğiyle, şiirlerinin can damarını oluşturur adeta. Kimi şiirinde bir eylemi, kimisinde bir mevsimi ve bir şiirinde de ritmik söyleyişleri nitelendirir.

Hilmi Yavuz’un ahenkli, lirik bir dili vardır. O; şiir dilini kurarken halk ve divan şiiri söyleyiş özelliklerinden, türkülerden, masallardan, menkıbelerden faydalanmıştır. Şiirlerini, sembollerle, mazmunlarla, çağrışımı zengin kelimelerle, lirik bir dille kaleme alan Hilmi Yavuz; gelenekle dikkat çekici bir bağ kurar. Şiirlerinde Divan Edebiyatı unsurlarını taklitçiliğe düşmeden kullanır, modern olanla geleneği birleştirerek özgün şiirler yazar. Hilmi Yavuz’un şiiri hem doğu, hem batı kaynaklı zengin bir edebi birikimin ürünüdür.

KASİDE

Ay karanlık gibi durma öyle gel!

Sensiz bir şey duyulmuyor sevişmemizden.

De ki, halkın gözleri al gelincik sürüyor.

Uğrular geçiyorken güz şölenlerimizden…

Bu hüzünler benim mi diye baktım ki, tamam.

Akıyor yakut bir ıssızlık kentlerimizden.

Yanardı mürted lambası ta sabaha değin,

Karanlık kilimlerin kan işlemesinden…

*****

Hilmi Yavuz’un “Bedreddin Üzerine Şiirler” adlı kitabı Nâzım Hikmet’in, “Gizemli Şiirler” mutasavvıf şairlerin, “Zaman Şiirleri” Tanpınar ve Bergson’un zaman anlayışının, “Ayna Şiirleri” divan şairlerinin, “Akşam Şiirleri” ise Ahmet Haşim’in açılımlarıdır. Bu bakımdan edebiyatımızdaki en belirgin metinler arası şairdir denebilir.

NÂZIM HİKMET

Hüzün ki en çok yakışandır bize,

Belki de en çok anladığımız…

Biz ki sessiz ve yağız;

Bir yazın yumağını çözerek,

Ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze,

Ovayı köpürte köpürte akan küheylan.

Ve günleri hoyrat bir mahmuz,

Ya da atlastan bir çarkıfelek,

Gibi döndüre döndüre,

Bir mapustan bir mapusa yollandığımız…

*****

Divan şairleri Baki, Şeyh Galip, Fuzuli, Nefî, Nâ’ili; Hilmi Yavuz’un alıntı yaptığı şairlerden bazılarıdır. Hilmi Yavuz’un şiirleri, divan şiirinin yanı sıra halk şiiri ile de bağlantılıdır.

AY DOĞAR

Mendilimde hâre yok ama

Yüreğimde yâre var.

Ondurmaz umarsız gözlerin beni,

Kanatır kervankıran uykularımda…

Bir tutuşmaya görsün rüzgârlı bayırlar;

Çıkar mavi dağlara koşmalardaki ceylan,

Başlar kesik keremlerle o solgun

Ve umarsız o sevda…

*****

Ahmet Haşim, Yahya Kemâl, Asaf Halet Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nâzım Hikmet, Behçet Necatigil, Ahmet Muhip Dıranas; Hilmi Yavuz’un şiirlerinde göndermeler ve alıntılar yaptığı şairlerdir.

Hilmi Yavuz kitaplarında, bölüm başlarına epigraf (bir eserin veya bir bölümün başlangıcında yer alan, cümle, alıntı ya da şiir) olarak Batı edebiyatından pek çok parçayı alıntıladığını da görürüz.

MEVLANA VE ŞEMS

Aşklardır benim bildiğim!

Ben oluş’um, sen değişim.

Hangi kitaptan geldiğin,

Bilinmez; ama sen yine de gel!

Yine gel de,

Bir gülü sağalt ‘o rose thou art sick’ (William Blake, Hasta Gül şiirinden)

Ve anlaşılmak,

Her zaman gizlidir hep ayrı nedende…

*****

Hilmi Yavuz, “Zaman Şiirleri” ile 1987 yılında Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazanır.

AYNALAR VE ZAMAN

Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden,

Geriye sadece erguvanlar kaldı…

Şair! Bahçelere özenecek ne vardı?

İşte tenhâ her yanımız, hep tenhâ.

Ne aradık sözcüklerin kuytularında,

Ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?

Zaman’ın sırı hala duruyor olmalı ki üzerimizde,

Biz bakınca görünen aynalardı…

Nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı,

Bir yazın tiniyle bir güzün bedeni.

Hem birleşti hem de ayrıldı sizde.

Şair! Gördünüz kim bilir kaç aşkın battığını,

O derin sulara kapılmış şiirlerinizde…

Nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:

Kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden,

Geriye sadece kuytular kaldı…

*****

1992 yılında yayımlanan “Ayna Şiirleri” gündelik hayatla ilişki kurma özelliğiyle Hilmi Yavuz’un diğer şiirlerinden ayrılır. Şiirin dil değil, söz olduğunu, şiirde anlamın ötelenmesi gerektiğini belirten şair; ayna şiirlerinde bu görüşünün tam tersine anlamı öne çıkarır. Bunun sebebini de şöyle açıklar: Ayna şiirleri bu anlamda çok farklı, çünkü onda gündelik hayatın şiddetiyle yüzleşmiş bir şairin şiiri söz konusudur. Okur; ben nasıl duyumsuyorsam, öyle duyumsasın istedim. Bu otuz şiiri, kendi tenim bildim ben.

1977 yılında ikinci evliliğini Sander Yayınevi’nin editörü Nuran Ülken ile yapar. 15 yıl süren evliliğin ardından ayrılmaya karar verdikleri 1992 yılında, “Ayna Şiirleri” adlı kitabı yayımlanır. Kitabın son bölümünde bulunan Yitik Bir Aşk İçin Sonnetler’i Nuran Hanım’a ithaf eder.

“Yalnızlık zamanlandı: Önce aşk, sonra yaprak…

Günler geçilecekler… Atlar, gümüş yeleli!

Yüzünü aynalara, bir tek onlara bırak;

Sürünsün sırı aşkın, bak, seni görmeyeli…

Çok değişti aynalar! Ev içleri bulandı;

Her şey artık ne kadar, ne kadar da kurak!

Odalar orda burda, içlerine kapandı;

Sofalarsa eğreti, yüklük ve kap kacak…

Somurtup duruyorlar… Her şey ölgün! Bekleyiş

Gibidir burda olmak, bekleyiş gibi olmak…

Sen gel, şimdi kendini o aynalarla değiş;

Gel, burda ol! Daima! -Ve nasılsa kararmak-

Ta olandan bakarım sana giden günlere;

Tenindir, beleniyor, âh, yeşil ekinlere…”

*****

1998 yılında; içinde Ahmet Hâşim’e yazdığı “Akşam ve Hançer”, “Akşamın Yarısında”, “Akşam ve Verâ” gibi şiirlerin bulunduğu “Akşam Şiirleri” kitabı yayımlanır.

2001 yılında yayımlanan “Yolculuk Şiirleri”, adını yol metaforundan alan kitabıdır. “Doğu’ya Yolculuk”, “Batı’ya Yolculuk” ve “Öte’ye Yolculuk” olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Bölümlerde toplam yirmi altı şiir yer alır. Hilmi Yavuz’un alışılageldik şiirinden hem anlam, hem de dil bakımından birçok unsur taşırlar. Özellikle “Yaz Şiirleri” ile başlayan derinlikli ve bol göndermeli şiirler, Yolculuk Şiirleri’nde de devam ediyormuş gibi bir izlenim verir. Kitapta, ağaçlar, kuşlar, gelincikler, yaseminler, güneş, deniz, bulut gibi tabiata dair olan her ne varsa bir şekilde hüzne bulanarak şiirlerde yer alır. Doğanın kendini bu denli duyumsatıcı boyutta olması, şiirlerdeki lirizmi yalınlaştırmıştır. Yavuz, bu yalınlıkla ilgili olarak şunu kaydeder: Yolculuk şiirlerini okuyanlar, bu şiirlerde yalınlığa doğru bir gidişin söz konusu olduğunu söylemişlerdir ki bunda yanılmıyorlar. Ancak buradaki yalınlık, bir düz yalınlık olmadığı gibi kendi başına bir erek de değildir.

Hilmi Yavuz; edebiyattan felsefeye uzanan derin bilgi ve donanımı ile inceleme, makale, köşe yazısı, panel ve sempozyumlar için çokça düz yazı yazar. Bu konuda da şöyle söyler: Gazeteciliğin bana çok büyük katkısı oldu, bir kere çok süratli yazı yazma alışkanlığını kazandım. Gazetelerde belli bir zaman sınırı var, o sürede yazıyı yazacaksın. Bazen o kadar çabuk nasıl yazıyorsun, diye çok şaşırıyorlar. Bu benim için ikinci tabiat haline gelmiştir. Yazdıklarımı bir kez okurum ve tashihini yaparım elbette.

Süratli ve çok yazması, yazılarındaki edebi tadı eksiltmez elbette. Hemen hemen bütün yazıları, donanımlı okurlarca anlaşılır boyutta yalın ve zevklidir.

Hilmi Yavuz’u kendi kaleminden okumaya devam edelim: Hâşim gibi söyleyeyim, annemle bazı karanlık gecelerde dışarı çıkardık. Başları beyaz tülbentli, güzel yüzlü, ıtırlı kadınlardı; birbirlerini bakarak, söze gerek yoktu, anlamayı bilen kadınlardı. Bir dokunuşa dönüştürmüşlerdi sözleri, öyle onaylıyorlardı birbirlerini. Derin ve gizemli bakışlıydılar. Bembeyaz tülbentler, ıtırlıydılar ve onlar; o kadar ferah ve aydınlıktılar ki, o odalarda çiçek işlemeli gaz lambasının ışığından daha fazlası, çok daha fazlası vardı.

Yine bir yazısında, “Baba düz yazıdır; anne şiir!” der Hilmi Yavuz. Ekler ardına, “Gençlik görselliktir, yaşlılıksa dokunsallık.”

1974 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde Felsefe, 1976’dan 2001 yılına kadar da Mimar Sinan Üniversitesi’nde Uygarlık Tarihi, 2001- 2016 arasında ise Bilkent Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı derslerini verir. Son beş kitabı dışında toplu şiirlerini “Gülün Ustası Yoktur” ve “Erguvan Sözler” adıyla yayımlar. Kayboluş Şiirleri dışında tüm toplu şiirlerinin basımı ise 2006 yılında “Büyü’sün Ya”’ adıyla yapılır.

Hilmi Yavuz, Zaman Gazetesi’nde yazmasından ötürü birçok eleştiriler alır. Bu konu ile ilgili olarak şunları söyler: Bakın, ben bu yazıları Zaman Gazetesi’nde yazıyorum diye, elbette Toktamış Ateş’in maruz kaldığı ölçüde değilse bile, bir sürü dedikoduya malzeme oldum. Nezaketle azarlandım ya da galiz sözlerle paylandım. Zaman’da yazmanın benim İslamcı olduğum anlamına gelmediğini, gelmeyeceğini anlatmaya çalıştığım dilimin döndüğünce. Geçen yıl, Celal Üster dostumun önerisiyle Evrensel Gazetesi’nde haftalık yazılar yazdığımı anımsattım. O zaman da yine aynı çevrelerin, bu kez daha farklı doğrultudaki dedikodularına ve suçlamalarına maruz kalmıştım. Bunu da anımsattım. Car&Men dergisine yazdığım için otomobil meraklısı mı oluyordum? Ama böyle olmuyor; eski deyişle, mazruf’a değil de zarfa bakarak ahkâm kesenlerin tasallutundan kurtulabilmek için daha kırk fırın ekmek yememiz gerekecek.

*****

“Kalbimdir şiire dönüştü!” der ya hani “Zaman Nedir? Günler Ne?” şiirinde; sizin her hâliniz, her çalışmanız, her duruşunuz, yaşama her dokunuşunuz zaten şiir usta. Nice nice şiirli yaşanmışlıklara Hilmi Yavuz, nice nice şiirli yıllara.

“Zaman nedir? Günler ne?

Yaralardan bir yara…

Kalbimdir mâsivâyı tüketti!

Kendini savura savura…

Kalbimdir, arzulara tercüman!

Yara yok, görünmüyor;

Ama kan akıyor, hâlâ akıyor,

Tenimi kavura kavura…

Kalbimdir, şiire dönüştü!

Gül yarası olup her yerde;

Aşklar kalkıp şimdi burdan gider de,

Yaraya tuz vura vura…

Zaman nedir? Günler ne?

Yaralardan bir yara…”

Saygıyla…

 





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI