Bugun...




facebook-paylas
Sabahattin Ali
Tarih: 03-04-2024 10:01:00 Güncelleme: 03-04-2024 10:01:00


 
Aziz Nesin anlatıyor: 1948 Mayıs'ının bir günü; evime gelen polis, savcılıktan istendiğimi söyledi. Gittim! Savcı bir paket içinden, ince altın çerçeveli bir gözlük çıkardı. Gözlüğün çerçevesi ve camları kırıktı. “Bu gözlüğün kime ait olduğunu biliyor musunuz?” dedi. Hemen tanımıştım. Sabahattin Ali'nin gözlüğü. İşin iç yüzünü anlayamadığım için; belki yanılabilirim diye, “Bilmiyorum!” dedim. Savcı bu sefer paketten bir dolmakalem çıkardı. “Bu dolmakalem kimin biliyor musunuz?” Bilmiyorum. Önce kana bulaşmış, Puşkin'in Almanca bir kitabını; sonra ise yeşil mürekkeple yazılmış bir defter gösterdi. El yazısını görünce, “Bu yazı Sabahattin Ali'nin!” dedim. “Hep yeşil mürekkep kullanırdı. El yazısını da tanırım.” Savcı; açık kahverengi, damalı spor kumaştan ceket ve golf pantolonunu gösterdi. Elbise kan içindeydi. Çok iyi bildiğim Sabahattin'in elbisesiydi. “Sabahattin'in elbisesi!” dedim. Ağlamaya başladım. Savcı ağladığımı görünce, “Bulgaristan sınırında köylüler bir ceset bulmuşlar, üstünden bunlar çıkmış. Sabahattin Ali'ye ait olduğunu tahmin ediyoruz. Yakın arkadaşlarına eşyalarını gösterip soruyoruz.” dedi. “Bir cinayet mi?” diye sordum. “Henüz hiçbir şey bilmiyoruz.” dedi. “Başına odunla vurulup öldürüldüğü söyleniyor. Tahkikatın selameti açısından, bundan kimseye söz açmamanızı rica ederim.”
Kimseye söz açmadı Aziz Nesin. Yakın bir zamanda, tüm Türkiye duydu ama. Hatta tüm dünya. 2 Nisan 1948'di o kara gün. Kendisini Bulgaristan'a kaçıracak rehberi Ali Ertekin itiraf etti öldürdüğünü.
Kızını ve eşini Halet Çambel’e emanet ederek, 31 Mart sabahı, bir süre önce satın alıp nakliye işi yaptığı kendi kamyonu ve güya Bulgaristan’a kaçırmak için ona rehberlik edecek, Ali Ertekin’le birlikte yola çıktılar. Yanına sadece küçük bir çanta aldı Ali. Kırklareli’nde peynir alma bahanesiyle kamyon şoförünü şehir merkezinde bırakarak, orman yoluna vurdular. Sonra; Sabahattin Ali’den bir daha haber alınamadı. Cesedini köylüler, kafası taşla ezilmiş bir şekilde buldular.
Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü itiraf eden katil zanlısı Ali Ertekin cinayeti milli duygularla işlediğini belirtti ve kısa bir süre yattıktan sonra salıverildi.
Biraz daha uzun yaşasa, kim bilir ne eserler verecekti kuşkusuz. Aldırma Gönül’ün, Leylim Ley’in devrimci şairi; Kuyucaklı Yusuf’un, İçimizdeki Şeytan’ın, Kürk Mantolu Madonna’nın ve daha birçok muazzam eserin sahibi.
Ana başlıklar halinde sayacak olursak içinde; Aşk, ayrıntı, çevre, doğa, evlilik, fedakârlık, gözyaşı, ironi, kadın, kasaba, kıskançlık, mağara, melankoli, oturak, ölüm, platonik, şeytan, taşra, üzüntü, vapur, yalnızlık, zaman, duygu ve düşüncelerini barındıran ve Atilla Birkiye’ye, “Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü” adında kitap yazdıracak kadar bir yazın ustası.
*****
25 Şubat 1907'de, Gümülcine'de doğdu Sabahattin Ali. Etrafındaki insanlar, hep güzel sözcüklerle anar Sabahattin Ali’yi. Sempatik, kabına sığamayan, güler yüzlü. Ve daha birçok güzel söz. Kimisi yazılı, kimisi sözlü.
Dostlarından Niyazi Berkes mesela şöyle der Sabahattin Ali için: Sabahattin; ak saçlı, altın gözlüklü, iyi giyimli, efendi kılığına girmiş bir çocuktu aslında.
Aşka âşık bir insandı o. Hatta Nâzım Hikmet, çok romantik olmakla eleştirir onu. Ne güzel bir eleştiri değil mi? Bu kadar gerçekçilerin yanında keşke dünyanın çoğu insanı ‘çok romantik’ de olabilseler. Kendisi de, “15-16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun, âşık olmadan durduğumu hatırlamıyorum.” der aşk konusunda. Dışarıdan bakıldığında mutlu bir insan zannedilir ama içinde fırtınalar kopan biridir.
*****
“Bende hiç tükenmez bir hayat vardı,
Kırlara yayılan ilkbahar gibi!
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı.
Göğsümün içinde ateş var gibi…
Bazı nur içinde, bazı sisteyim.
Bazı beni seven bir göğüsteyim.
Kâh el üstündeydim, kâh hapisteydim;
Her yere sokulan bir rüzgâr gibi…
Aşkım iki günlük iptilalardı.
Hayatım tükenmez maceralardı.
İçimde binlerce istekler vardı.
Bir şair yahut bir hükümdar gibi…
Hissedince sana vurulduğumu,
Anladım ne kadar yorulduğumu.
Sakinleştiğimi, durulduğumu;
Denize dökülen bir pınar gibi…
Şimdi şiir bence senin yüzündür.
Şimdi benim tahtım senin dizindir.
Sevgilim, saadet ikimizindir!
Göklerden gelen bir yadigâr gibi…
Sözün şiirlerin mükemmelidir.
Senden başkasını seven delidir.
Yüzün çiçeklerin en güzelidir.
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi…
Başını göğsüme sakla sevgilim,
Güzel saçlarında dolaşsın elim.
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim;
Sevişen yaramaz çocuklar gibi…”
*****
Sene 1923. Henüz 16 yaşında, Balıkesir Öğretmen Okulu’nda öğrencidir Sabahattin Ali. Arkadaşlarıyla birlikte bir okul gazetesi çıkarır. İlk şiirlerini, ilk öykülerini o okul gazetesinde yazar. Ve ilk aşkını o yıl yaşar. Sabahattin Ali’nin kendi kaleminden okuyalım o zamanları ve ilk aşkını: Ben Balıkesir’de okurken Kız Öğretmen Okulu hocalarından birine âşık oldum. 16 yaşındaydım henüz. Sevdiğim kadın da benden on yaş büyük. Onun yolunu bekler, laf atardım. O da çokça kızmış gibi görünürdü. Gel zaman, git zaman benim sınavıma denetçi olarak girdi. Ve bana yardım etti. O sınavda ahbap olduk. O kadar ki; daha sonraları ben İstanbul’da okurken, o da Validebağ Okulu'na atandı. Her Cuma onu görmeye giderdim. Birlikte Validebağ korularında dolaşırdık.
Sabahattin Ali; tüm yaşamında olduğu gibi, öğrencilik yıllarında da; yine sevgiyi seven, aşka âşık bir melankolikti. Aşk ve aşkı için yapamayacağı çılgınlık yoktu. Kızlara karşı büyük düşkünlüğü vardı genç Sabahattin'in. Balıkesir Kız Öğretmen Okulu öğrencileri arasında da, bazılarına karşı yakın bir ilgi duyardı.
1924 yılı Mart'ında, Kız Öğretmen Okulu'nda bir gösteri düzenleneceğini haber almıştı. Beğendiği kızlar da orada olacaktı. O gösteriyi mutlaka izlemek istiyordu. Ama nasıl? Erkek öğrenciler okula sokulmuyordu.
Ne yapsın Sabahattin? Okuldan kaçtı. Başına bir örtü, sırtına bir yeldirme geçirerek, Kız Öğretmen Okulu'na kız öğrenciymiş gibi girdi. Kimse bunun farkına varmadı. Ama kendisini kıskanan bir arkadaşı Sabahattin'i şikâyet etti. Rezalet!
Müdür, Sabahattin’i İnzibat Meclisi'ne (Disiplin Kurulu) verdi. Artık herkes ona okuldan atılacak gözüyle bakıyordu. Çok korkan Sabahattin, bahçedeki bir çam ağacına kendini asmaya karar verdi. Arkadaşları zor ikna ettiler. Bu haber okulda yayıldı. Okul birbirine girdi.
Öğretmenlerin de devreye girmesiyle, müdür ikna edildi ve Sabahattin okuldan atılmadı.
Sabahattin Ali mi? Geri kalan yaşamında ki, çoğu hapiste geçmiştir. Sevdi hep ve yazdı. Âşık oldu, yazdı. Yaşadı dibine kadar, yazdı yine. Nasıl içinden geliyorsa, ne istediyse; şiirler, öyküler yazdı. Hep yazdı Sabahattin Ali.
Yaşadı, yazdı. Yazdı, yaşadı. Birilerinin hoşuna gitmedi ama bu hep yazmaları. Yazmaktan hiç vazgeçmedi. Hapishanelerde yattı, yine yazdı.
*****
Sabahattin Ali çok fazla kadın sevmiştir hayatında. Yaşadığı aşkları da yer yer satırlarına taşımış, hikâyelerine konuk etmiştir. Ama iki kadın vardır ki, sadece onlarla geri kalan ömrünü geçirebileceğini düşünmüştür: Ayşe Sıtkı ve Aliye.
İkisine de satırlarından samimiyet ve sevgi akan mektuplar göndermiştir. Ama onun biyografisini kaleme alan birçok yazar, Ayşe Sıtkı’ya gönderdiği toplam 67 mektubu diğerlerinden ayrı bir yerde tutar. Çünkü bunlar sadece aşkı değil, Sabahattin Ali’nin kişiliğini, ruh tahlillerini ve düşüncelerini en iyi şekilde anlatan mektuplardır.
İkisi 1931 yılında tanıştığında Ayşe Sıtkı, henüz Yüksek Muallim Mektebi’nde öğrencidir. Bir dönem Reşat Nuri’nin de öğretmenlik yaptığı sıralarda öğrenci olarak oturma şansı yakalayan Ayşe’nin edebiyata büyük bir hayranlığı vardır. Ancak Ayşe Sıtkı, Sabahattin Ali’nin yazar yönünden çok zekâsından etkilenir. Dostlukları zamanla gelişir ve aralarında bir mektuplaşma başlar.
Öğrencilik yıllarında Nâzım Hikmet şiirlerini elinden düşürmez Ayşe Sıtkı İlhan. Ona büyük bir sevgi ve hayranlık besler. Sabahattin Ali, 1931’in yaz aylarında onu Nâzım Hikmet’in evine götürür ve böylece Ayşe Sıtkı çok sevdiği şairle yüz yüze tanışma imkânı bulur. Yıllar geçtikçe, mektuplar arttıkça aralarındaki dostluk da, sevgi de büyür. Özellikle Sabahattin Ali, cezaevine düştüğü vakit sık sık yazar iki gözü Ayşe’sine.
Sabahattin Ali, Ayşe Sıtkı’ya Konya ve Sinop Hapishaneleri ile Ankara’dan gönderdiği mektuplarda, öykü tadındaki kimi olayların yanı sıra iç dünyasındaki dalgalanmaları da anlatmış. Bu mektupların derinlerine inildiğinde aslında dört duvarın arasında kalmış bir adamın dışarıyla ve hayatla bağlantısı olarak düşünebiliriz. Ayşe Sıtkı ile mektuplaşmak, onun satırlarını okumak ve ona yeniden yazmak; Sabahattin Ali’nin yaşama tutunduğu daldır, umududur, yalnızlığına dokunan bir parça devadır.
Sabahattin Ali’nin o çok sevdiği yeşil mürekkeple bezediği mektuplar, kimi zaman 60 yıl öncesinden bir sesleniştir. Yarım yüzyıl öncesinden bugünü yaşayıştır kimi zaman da…
Ayşe Sıtkı’ya gönderdiği ilk mektup 6 Kasım 1931 tarihini taşıyor. Buyurun o mektuptan bazı satırlar: (…) Ve ben ruhumu dinlendirecek bir köşe aramak için dört tarafa koşup çırpınırken; günün birinde herkesten daha yorgun, herkesten daha perişan bir kenara yıkılıp kalacağım. Yaptığım bu cehennemi koşuda, her karşılaştığım ile gülerek konuşacağım. Şimdiye kadar benim kaşımı çattığımı gören yoktur. Beni, gözü yaşlı gören yoktur. Bundan sonra da olmayacaktır. Beni kim hatırlarsa, gülümseyecektir. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da sevdiklerim arasında hayattan korkan, yeis içinde olanlar bulunursa, onlara elimden geldiği kadar teselli ve cesaret vereceğim. Onları felaketime karşı gülmeye sevk edeceğim ve hiç kimse benim dünyada en çok gözyaşı dökenlerden, cesaret ve neşesi en az olanlardan biri olduğumu tahmin edemeyecektir.
27 Aralık 1931 tarihinde yine Konya Hapishanesi’nden gönderdiği mektubunda ise, “Ayşe! Halkın kendi derdine teselli için kullandığı, dış ve iç manası dikkate değer ve derin bir tabir var: Her şeyin başı yaşamak! Ve bu böyle... Bu hisler nereden geldi, nasıl geldi, niçin geldi farkında değilim. Yalnız yaşamak, nasıl olursa olsun yaşamak istiyorum. Yalnız hayatta olmak, bana diğer bütün felaketleri silip süpürecek bir bahtiyarlık gibi geliyor. İhtimal bir müddet evvel şiddetle tesiri altında bulunduğum düşüncelerin tepkisi. En akıllıca iş, insanların iyiliği veya fenalığı hakkındaki düşünceleri vesaire bir takım budalalıkları bir tarafa bırakıp bize istemeden bahşedilen hayat gibi emsalsiz bir nimetten istifade etmek ve her yerde, her vaziyette bu nimeti takdis etmektir. Hapisteyim, ıstırap çekiyorum; fakat mademki hayattayım, bahtiyarım. İnsanlar tarafından terk edildim, sevdiklerim tarafından sevilmiyorum; fakat mademki hayattayım, bahtiyarım. Ancak böyle söylersek ve böyle düşünürsek doğru bir şey yapmış oluruz. Yarın nasıl yok oluvereceğimizi adam akıllı, külahımızı önümüze koyarak bir düşünürsek, bugün sadece nefes almanın bile en büyük saadet olduğunu idrak ederiz. Bütün insanların şu düsturu daima tekrarlamaları kendi saadetleri için elzemdir: Mademki yaşıyorum bahtiyarım. Eşe dosta selam. Hulusi'ye, Pertev'lere bilhassa... Sana da birçok selam iki gözüm.” der.
*****
Gün gelir, Sabahattin Ali artık evlenmeye karar verir. Onun için evlilik, hayatını toparlamanın bir yoludur. Aklından geçen ilk isim Ayşe Sıtkı olur ve onun nikâhına, yazdığı mektupla talip olur: Ayşe’ciğim… Nikâhına talibim, yani işim oldu. Hiç şaka değil, gayet ciddi söylüyorum. Oturup biraz düşündüğün takdirde senin de kabul edeceğin bir takım muhakemelerden sonra dünyada bundan daha muvafık birçok şeyler yapamayacağımız neticesine vardım. Günün birinde nasıl olsa uzun bir yolculuk için bir arkadaş arayacağız ve ben, bunun, bana senden daha yakın olacağını tahmin edemiyorum ve istemiyorum da. Bilmem senin için nasıl? Yani ahbaplığımızı “Kırlangıçlar Hikâyesi” gibi bitirmek istemiyorum. O hikâyeyi Sinop Hapishanesi’nde yazarken aklımda hep sen vardın. Ne fesat ve ahlaksız adamım değil mi? Hayatı paylaşmaktan ve beraber yürümekten sıkılmayacak kadar birbirimizden hoşlandığımızı zannediyorum. Suluca âşık olacak kadar çocuk değiliz herhalde. Canım, seni böyle sözlerle kandıracak değilim ya otur ve düşün, herhalde daha muvafık ve hakiki nedenler bulursun. Nedense kafanın benimkine benzeyen bir mekanizması var. Bu karara nasıl vardığımı uzun uzun yazsam soğuk kaçacak. Sen zeki kızsın maşallah, anlarsın. Daha birçok şeyler yazmak isterim ve yazabilirim belki, fakat insan istediği kadar samimi olamıyor ve böyle şeylerde tam samimi olunamazsa hiç söylememek daha iyidir. Fakat bütün bunlar tali sebepler. Asıl sebebi yazamıyorum, çünkü ifade edemiyorum. Seninle evlenmek istiyorum işte, evvela bunu istiyor sonra bunu neden istediğimi düşünüyorum. Bilmem anlıyor musun? Bana derhal cevap yaz, erkekçe bir cevap. Bu meselede benden başka türlü düşüneceğin aklıma bile gelmiyor. Hele bir mırın kırın et, vallahi kaçırırım. Şimdilik bu kadar. Gözlerinden öper ve seni kucaklarım Ayşe. Soranlara selam.
Ancak Ayşe, ona kendisini öyle yakın hissediyordur ki; bu yakınlığı kaybetmekten korktuğu için teklifini reddeder. Onunla sonu belli olmayan bir aşk yerine, sonsuza dek kalbinde baki kalacak bir dostluğu seçer. Bu imkânsız aşkın sonucunda Sabahattin Ali Aliye ile Ayşe Sıtkı ise Vahap Bucak ile evlenir.
Ayşe Sıtkı; on beş yıl süren bu evliliğinde, Sabahattin Ali’nin mektuplarını eşinden saklar ve bir arkadaşına emanet eder. Mektupların mecburi bu yer değişikliğini ise şöyle tanımlar: Sabahattin’in son mahpusluğuydu bu.
Ve kızı Filiz’in annesi biricik eşi, sevdiceği Aliye’ye nişanlıyken yazdığı mektuptan bazı satırlar: (…) Mektubunu aldım. “Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!” diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma. Sonra ben sana deli gibi âşık olurum. Senin ne iyi kız olduğunu biliyorum. Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş, seninle hayatımı birleştirmek oldu. Bundan sonra ne diye kederli ve üzüntülü şeyler yazalım. Mektubundaki “Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm!” cümlesini, belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim. Benim nasıl sevebileceğimi göreceksin.
Gördük dizelerinde, yazılarında usta, da, dedim ya: Birilerinin hoşuna gitmedi bu yazmaları, diye.
*****
“Dillerde gezen adım:
Bir seciyesiz, bir it.
Nedense olamadım,
Sizin gibi bir yiğit...
Ne gaye taşıyorum,
Ne bir dağ aşıyorum;
Delice yaşıyorum,
Ne ihtiras, ne ümit...
Yuh... Eğer hayat buysa,
Bu ahmakça uykuysa...
Bana kim sokulduysa
Hadi dedim, hadi git!
Bende çok şey var ama
Akıl filan arama...
Ciddiyetle arama,
Koydum dikenli bir çit.
Saçıma düşen aklar,
Ne bir macera saklar;
Çıkarmaz bu dudaklar,
Ne bir küfür ne tevhit...
Korkutmaz beni ölüm,
Bir şeytan kadar hürüm.
Süremez bende hüküm,
Ne Allah, ne de Nahit…”
“Bütün İnsanlara” başlığını koyar bu şiirine; bütün insanları(nı), doğayı, yaşamı sevdi Sabahattin Ali. "Bir gün kadrim bilinirse, ismim ağza alınırsa, yerim soran bulunursa, benim meskenim dağlardır dağlar!" dediği gibi, bir dağ başında katledildi de ayrıldı aramızdan.
Seni düşündüğümüzde usta, seni andığımızda, ‘melânkoli’ alır başımızı; özleriz, içimizde sızım sızım sızlayan ve dinmeyen hep bir sızı.
Biz sana yine vurgunuz be usta. Biz yine sana vurgunuz! Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...




FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI